Zorlu Yürüyüş ve Sarı Çiçek
- Izel Ogmel
- 15 Ağu 2024
- 2 dakikada okunur

Kırmızı gökyüzü altında ve kırmızısını gökten almış denize ayaklarını sokmuş halde yürüyen bir insan topluluğu. Elleri kolları dolu, sanki göç ediyor gibiler. Güneş tepede, gökyüzünde hiç bulut yok, her şey kıpkırmızı. Bu tablo hiç iç açıcı hissettirmiyor; bir yere gitmeye zorlanmış gibiler sanki. Yorgunluktan kanayan ayakları kızartmış gökyüzünü, yakmış hatta. Bir grup içi yanmış, ayakları kanayarak kalabalıkta tek başına yürüyen topluluk. Neden denizden yürüyorlar, bu yolculuk nereye gidecek? Eğer ayaklar kanıyorsa ve gökyüzü onların kanlarıyla boyanmışsa nasıl hala yürümeye devam ediyorlar, üstelik yükleri var. Ufukta sadece kırmızı bir deniz var. Kendi kanlarıyla gökleri kızartan bir çaresizlik var adımlarında. Bu yürüyüş hiçlikle alakalı, ihtiyacın yokluğu ile bağlantılı. Ayakları kanaya kanaya gökleri kızartana dek bir kanama düşünün, bu yürüyüş zorundalıkla alakalı. Yoksa neden kanasın ayaklar, neden kana bürünsün her yer yürümeye devam edebilmek için? Ne kadar umutlu aynı zamanda çaresiz. Büyük bir anlamı olmalı bu yürüyüşün, anlamı olmalı bu kanayan gökyüzünün; çünkü artık gökyüzüdür kanayan. Özgürlüğün tepesine, her şeyin ötesine doğru yürümeye devam ediyorlar. Her şeyin kana bürünmesine rağmen en iyi seçenek yürümeye devam etmek. Herkes tek başına yürüyor bu kırmızılıkta, herkesin sıvısı birbirine karışmış. Durmayı tercih etmek meraksız bir seçim.
Bu yol bir çöle çıkıyor, kupkuru bir uçsuz bucaksızlık. Artık teklik hüküm sürüyor. Kanayan mahkumluktan uçsuz, kuru bir tekliğe açılıyor ilerisi. Kalabalık içinde yalnız hisseden kanayan ayaklar artık çölde, yan yana kurulmuş iki sandalyede karşısına boşluğu alarak tek başına oturuyor, yalnız hissetmiyor. Üstelik üstü başı bembeyaz bir temizlikle kaplı. ayaklar hala çıplak. Ayakların altındaki sinirlerin bilinçle bağlantısı kopmuş, artık histen yoksun çünkü öylesi kanamış ayakları tekrar kanatamazsınız. Kişi hissetmekten korkmuş ancak çıplak ayakla çölde gezinecek kadar da inatçı. Tek başınalıkta huzur bulmuş gibi, artık öteki yok. Kanayan günlerden kalan yüksüz bir anlamsızlık var sadece. Bütün yükü ayaklarının altı, hissedemiyor oluşunun yükü. Bu bir düşün yükü. Çölde düşleyen tek başınanın hissiz ayakları.
Ötekinin yokluğunda yalnızlık canına tak etmiş artık. Tak tak tak... Kim yok orada? Ötekine duyduğu zorunlu bir ihtiyaçla ve heyecanla artık hissedemeyen ayaklarını sırtlanıp uzun süre yürüdü kişi. Sıkıldı kendiliğin yükünden. Öteki hem bir yük hem bir hamal. Aldı yüklerini sırtına, yürümeye koyuldu. Uzun yürüyüşün sonunda mavi camlarla kaplı göğe uzanan binalara bakarken buldu kendini. Yağmur altında ıslandı, gözleri gökdelenlerde ve ayakları çıplak. Bir zaman sonra, bu sefer ayakları çıplak değilken kaldırımlarda yürümeye başladı; bu kişinin cinsiyeti var artık. Erkeksi bir pantolon ve ayaklarına geçirdiği pabuçlarla yolun kenarında bekledi. Göğe uzanan camlı alanından hayata çıkmış, sahte ciddiyeti giyinmiş, ne ayakları yalın ne üstü başı pür. Göğe uzanan camlarla döşenmiş hayatındaki anlık beklentisi bahsettikleri gerçeklikle kirlenmemek olmuş. Kanamayan bir gök, göğü delmeye yeltenen camdan binalar hiç tanıdık değil; bu gördükleri hiç uçsuz değil, bucaksız bir sahtelik var bu yükseklikte. Gözleri göğe bakmaktan yoruldu artık. Anlamsızlık duygusuyla devirdi gözlerini kişi, pabuçları ile karşılaştı o an. Pabuçlar bütün geçmişi gizledi, kişi artık ayaklarına çok yabancı. Yabancılıktan devirdi gözlerini bu sefer, çamura bulanmış kaldırımların arasından zorlukla kendini var edebilen sarı bir çiçek gördü. Çiçeğe güldü, gülerken geçmişin kanını akıttı gözlerinden. Sahte ciddiyetin canına okudu o an, gerçekliği gizleyen pabuçlarını çıkardı ve sarı çiçeği sevdi, kandan arınmış göz yaşları ile suladı onu. Bu kişi ilk defa kendini sevdi. Yüreği kendiyle doldu, göğü delen ruhsuz binaları affetti. Bütün bu absürtlük içinde sarı çiçeği gözyaşlarıyla yaşatmaya ant içti.
Comments