top of page

Varoluşçu Terapi Nelere Odaklanır, Diğer Ekollerden Farkı Nedir?




Varoluşçu terapiyi diğer ekollerden ayıran birçok özellik bulunmaktadır; bu özelliklerden ilkine kendi deneyimimden bir örnek vererek başlamak istiyorum. Çocukluğuma dair ne kadar fazla soru sorduğum ve bu soruların zor olduğu hem ebeveynlerim hem de akrabalarım tarafından hala dillendirilen bir hikayedir. O zamanlara dair hatıralarımda büyük yaştaki insanların arasında konuşulanların hem merakımı uyandırdığı hem de anlamsız geldiği büyük bir yer tutmakta; merak ile şaşkınlık arasında kalmış bir surat ifademi gözlerimin önüne kolayca getirebilirim. Bu ifademe sebep olabilecek diğer unsur ise sorduğum sorulara ötekilerin de şaşırarak tepki vermesi ve çoğunlukla merakımın giderilmediği bir cevabın gelmesi ile gelişmiş olabilir. Bu yaşlarda dünyayı anlamak, çevreyi ve varolmayı anlamlandırmaya çalışan bizlerin sorularının ilk felsefe girişimi olduğunu dahi düşünebilirim. Nereden geldiğimi, nereye gideceğimi, göz yaşlarının nereden geldiğini, annemi nasıl bu kadar çok sevebildiğimi, ölünce ne olacağımızı vb. soruları ve bir çocuğun hayata dair merakını ve anlamlandırma çabasını varoluşçu terapi ile benzetiyorum. Sanki bu soruları sorabilen ve bu soruları bir süre sonra unutmak zorunda kalmış olan varlıklar olarak sorularımızı tekrar hatırlayabiliyor ve iyi ihtimalle bu sefer şaşkın bakışlardan ziyade anlamımızı yaratabilmek adına terapi alanında kapsanıyor ve desteklenebiliyoruz. Varoluşçu terapiyi diğer ekollerden ayıran en önemli özelliklerden biri, varoluşçu ekolün yukarıda bahsettiğim unutageldiğimiz bu büyük soruları tekrar soran ve bu soruları terapinin merkezi haline getirebilen bir ekol olmasıdır. 


Yukarıda bahsettiklerime ek olarak ve biraz daha detaylandırmak üzere, varoluşçu ekolü diğer ekollerden ayıran en önemli farklılığı ölüm gerçeğinin merkezi bir yer almasıdır. Öyle ki insanın varlığına ve onun çatışmalarına ışık tutmaya çalışan psikoloji biliminin/sanatının, insanın bir süre sonra olmayacağı gerçeğine bu kadar uzak durması bence psikoloji alanına dair oldukça enteresan noktalardan bir tanesi ve belki de bu gerçeklikten kaçışımızın nasıl da büyük olduğunun göstergesidir. Ancak varoluşçu terapi diğer ekollerden farklı olarak sormaktan çekindiğimiz soruları sormaya cesaret edebilmiştir. Bu cesaret sadece ölüm üzerine şekillenmekle de kalmamış varoluşta deneyimlediğimiz kaygı, anlamsızlık, fırlatılmışlık konularına kurtulmaya çalışılan birer oluş halinden ziyade gerçekliklerimiz olarak ele alıp, bu konuları potansiyelimizi yansıtan, hayatımızın olmazsa olmaz gerçeklikleri olarak ele almıştır. Böylesi gerçekliklerin varoluşçu terapinin merkezi olması hepimizi ortak bir paydada buluşturmaktadır. Ölmek, kaygılanmak, anlamsızlık, fırlatılmışlık, seçim ve özgürlük hepimizin varoluşundaki kaçınılamayacak gerçeklikler olduğundan, deneyimleyişimizde farklı ancak gerçeklikte bir olan varlıklar olarak, varoluşu terapi, insanlığı birlik içerisinde görmekte ve herhangi bir ayrım/ hiyerarşi gütmemektedir. Bahsedilen bütün bu zorlu, hepimizin paylaştığı bu durumları bir sınırlama olarak görmekten ziyade, onları birer potansiyel olarak ele alıyor oluşu varoluşçu terapiyi diğer ekollerden ayırır. Yaşadığımız kaygılar ya da anlamsızlık düşünceleri kendimizi oluştururken nasıl bir alan yaratmak istediğimize dair ipuçlarını barındırır. Bu noktada Kierkegaard’ın kaygı ve umutsuzluk arasında yaptığı ayrım varoluşçu terapinin kaygıya verdiği değerin de altını çizer; ona göre kaygı canlı ihtimalleri ve seçim yapma zorundalığını gözler önüne serer. Yani varoluşçuluk, öncelerinde konuşmaktan uzak kaldığımız durumları bizler için bir yol haritası olarak da sunmaktadır. 


Varoluşçu terapinin çalışma yönteminin fenomenoloji üzerinde şekillenmesi onu ayıran bir diğer özelliktir. Fenomenoloji insanı analiz edilebilecek nesnel bir oluş olarak görmememiz için öznelliğin altını çizer ve bunu yaparken de kişiyi tüm boyutlarında, içinde bulunduğu dünyada sürekli oluş halinde olan bir varlık olarak ele alır. Gerçekliğin saklı olduğu bilinçdışı gibi konseptlere odaklanmak ve kişiyi mesleki tekniklerle analiz edilebilecek bir şey olarak görmek yerine onu şimdi ve burada, kuramlara ve bilimselliğe indirgemeden, kendine özgü algılayışını olduğu şekli ile ele almayı seçer. Bu anlamda varoluşçu terapi kişiyi belirli olay ve durumların, ya da geçmiş yaşantıların etkisi altında kalan edilgen bir yapıdan ziyade, onu katılan bilinçlilik olarak yorumlamaktadır. Elbette geçmiş yaşantıların, yani ötekilerle kurulan her türlü ilişkinin varlık üzerindeki etkisi yadsınmamaktadır, ancak varoluşçu terapide yaşantılar birer sebepten ziyade deneyim olarak, kişinin gerçekliğinde, onu kendi deneyimine yakınlaştıran bütünün küçük bir parçası olarak görülmektedir. Varoluşçu terapi bilişsel yöntemlerden de uzaktır; kişinin deneyimi ve yaşantısı değiştirilmesi ve geliştirilmesi gereken bir yapı değil, içinden bakılması gerekilen bir deneyimdir. Bu noktada varlığın olması gerektiği optimum iyi hali gözetilmez, aksine kişinin seçmemesi de bir seçim olarak görülmekte ve oluş iyinin ve kötünün ötesinde bireysel seçimlerle gidilen bir yol, kişinin kendisi tarafından yapılan bir sanat eserine benzetilebilir. O halde, Varoluşçu terapi anlama halindense anlamaya çabalama ve bunun için sürekli merakta kalarak sormaya değer vermektedir. Bu anlayış kurama dayalı, bilimsel perspektiflerde öncelikli olan anamnez almak ya da testler uygulamak gibi çabalardan oldukça farklıdır. Varoluşçu terapide ekol bir dinamiktir ve bu dinamik sabit anlamlar ve yorumlardan uzaktır; varoluşçuluğun dinamizmi oluşun sürekliliği ile ilişkilidir. 


 
 
 

Comments


bottom of page